Işık Hızı

18 Mart 2019

Işık Hızı
Işık hızı, boşlukta ışığın yayılma hızı olarak tanımlanır ve fizikte "c" harfiyle simgelenir. Saniyede yaklaşık 299,792 kilometre (veya saniyede yaklaşık 186,282 mil) olarak ölçülen bu değer, evrensel bir sabit olarak kabul edilir ve fizikteki birçok temel denklemin ve teorinin temelini oluşturur. Işık hızının önemi ve uygulamaları, astronomiden telekomünikasyona, bilimsel deneylerden görelilik teorisine kadar pek çok alanda görülür. 

İşte bu kavramın bazı somut örnekleri ve uygulamaları:

Astronomi ve Kozmoloji

  • Işık Yılı: Astronomide, gök cisimlerinin birbirine olan uzaklıklarını ölçmek için "ışık yılı" birimi kullanılır. Bir ışık yılı, ışığın boşlukta bir yılda kat ettiği mesafedir. Örneğin, Andromeda Galaksisi Dünya'dan yaklaşık 2.5 milyon ışık yılı uzaklıktadır.
  • Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması: Evrenin genişlemesi ve yaşının hesaplanmasında ışık hızı kritik bir rol oynar.

Telekomünikasyon

  • Fiber Optik Kablo: Telekomünikasyon hizmetlerinde, bilgi ışık hızında fiber optik kablolar aracılığıyla iletilir, dünya çapında anında iletişimin mümkün olmasını sağlar.

GPS Teknolojisi

  • Uydu Sinyalleri: GPS sistemi, ışık hızında hareket eden uydu sinyallerini kullanarak konum belirler. Işık hızının kesin değeri, sistemin konum hesaplamalarının doğruluğu için hayati önem taşır.

Bilimsel Deneyler

  • Ölçüm ve Deneyler: Fizik deneylerinde ve kuantum mekaniksel fenomenlerin incelenmesinde ışık hızı, temel bir referans noktası olarak kullanılır.

Görelilik Teorisi

  • Zaman Dilatasyonu ve Uzunluk Kısalması: Özel görelilik teorisi, ışık hızına yakın hızlarda hareket eden cisimler için zamanın yavaşladığını ve uzunlukların kısaldığını öngörür. Bu, yüksek hızlarda hareket eden astronotların teorik olarak Dünya'daki insanlara göre daha yavaş yaşlanacağını öne süren ikizler paradoksu gibi düşünsel deneylerde önemlidir.

Işık hızı, fizikteki temel bir sabit olmanın ötesinde, günlük hayatımızda ve teknolojide de merkezi bir role sahiptir. Bilgi, enerji veya herhangi bir etkinin ışık hızından daha hızlı iletilmesi mümkün olmadığı için, bu sınır, evrenimizi anlamamız ve keşfetmemizde temel bir kısıtlama olarak işlev görür.

Yazının devamı..

Evrim Teorisi

15 Mayıs 2018

Evrim Teorisi
Evrim teorisi, biyolojik organizmaların zaman içinde nasıl değiştiğini ve geliştiğini açıklayan bilimsel bir kuramdır. Charles Darwin'in 1859 yılında yayımlanan "Türlerin Kökeni" adlı eseriyle popüler hale gelmiş olan bu teori, yaşamın çeşitliliği ve karmaşıklığı üzerine derinlemesine bir perspektif sunar. Darwin'in doğal seleksiyon kavramı, evrimin temel mekanizmalarından biri olarak kabul edilir.

Evrim Teorisinin Temelleri

Evrim, basitçe, organizmaların nesiller boyunca genetik olarak değişim geçirmesi olarak tanımlanabilir. Bu değişim, doğal seleksiyon, genetik sürüklenme, mutasyon ve gen akışı gibi çeşitli mekanizmalar aracılığıyla gerçekleşir.

Doğal Seleksiyon: Belirli çevresel koşullar altında bazı bireylerin diğerlerine göre daha iyi hayatta kalma ve üreme başarısı göstermesidir. Bu başarı, bireylerin genetik özelliklerine bağlıdır ve bu avantajlı özellikler sonraki nesillere aktarılır.
Genetik Sürüklenme: Küçük popülasyonlarda rastgele genetik varyasyonların nesiller boyunca değişmesidir. Bu süreç, seçilim baskısı olmaksızın popülasyon içindeki allel frekanslarının değişmesine neden olabilir.
Mutasyon: DNA diziliminde meydana gelen rastgele değişikliklerdir ve genetik çeşitliliğin bir kaynağıdır. Çoğu mutasyon nötr veya zararlı olsa da, bazıları organizmaların çevrelerine daha iyi uyum sağlamalarını sağlayan avantajlı özellikler üretebilir.
Gen Akışı: Farklı popülasyonlar arasında genlerin transfer edilmesidir. Bu süreç, popülasyonlar arasındaki genetik çeşitliliği artırır ve farklı popülasyonların birbirine benzer özellikler geliştirmesine yol açabilir.

Evrim Teorisinin Kanıtları

Evrim teorisi, fosil kayıtları, anatomik karşılaştırmalar, moleküler biyoloji ve biyocoğrafya gibi çeşitli alanlardan elde edilen kapsamlı kanıtlarla desteklenmektedir.

1. Fosil Kayıtları

Fosil kayıtları, geçmişte yaşamış organizmaların kalıntılarıdır ve yaşamın milyonlarca yıl boyunca nasıl değiştiğini gösterir. Bu kayıtlar, soyu tükenmiş türler ile modern türler arasında geçiş formlarını içerir.

İşte öne çıkan bazı örnekler:

Archaeopteryx
Archaeopteryx, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış ve dinozorlardan kuşlara geçişi temsil eden en ünlü ara geçiş türlerinden biridir. Hem kuşların hem de dinozorların özelliklerini taşıyan bu fosil, kuşların dinozorların soyundan geldiğini destekleyen güçlü bir kanıttır. Archaeopteryx'in hem dişli bir çene yapısına hem de uçmak için gelişmiş tüy yapısına sahip olması, onu kuşlarla dinozorlar arasında bir bağlantı noktası yapar.

Archaeopteryx fosilArchaeopteryx



Tiktaalik
Tiktaalik, yaklaşık 375 milyon yıl önce yaşamış olan ve balıklardan dört ayaklılara geçişte önemli bir ara form olarak kabul edilen bir türdür. Hem balık hem de dört ayaklı özellikleri taşıyan Tiktaalik, sucul ortamlardan karaya çıkan ilk canlıların nasıl bir evrim geçirdiğini gösterir. Örneğin, Tiktaalik'in hem balıklarda bulunan yüzgeç benzeri uzuvları hem de dört ayaklı hayvanların kemik yapılarına benzeyen uzuvları vardır.
Tiktaalik fosilTiktaalik


Australopithecus afarensis (Lucy)
Australopithecus afarensis, yaklaşık 3,2 milyon yıl önce yaşamış ve insanın evriminde önemli bir ara geçiş türü olarak kabul edilen bir hominindir. En ünlü örneği "Lucy" olan bu tür, iki ayak üzerinde yürüyebilen ancak bazı maymun benzeri özelliklerini koruyan bir yapıya sahiptir. Lucy ve benzeri fosiller, insanların dört ayaklı atalardan nasıl evrimleştiğini gösteren önemli kanıtlardır.

Australopithecus afarensis (Lucy) fosilAustralopithecus afarensis (Lucy)Australopithecus afarensis (Lucy) canlandırma



Ambulocetus
Ambulocetus, yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış ve günümüz balinalarının atalarından biri olarak kabul edilen bir ara geçiş türüdür. "Yürüyebilen balina" anlamına gelen Ambulocetus, karada yaşayabilen ve sucul ortamlarda avlanabilen özelliklere sahiptir. Bu fosil, balinaların kara memelilerinden nasıl evrimleştiğini gösteren önemli bir örnektir.

AmbulocetusAmbulocetus fosil



Bu örnekler, evrimsel süreçte ara geçiş türlerinin var olduğunu ve yaşamın çeşitliliğinin nasıl kademeli olarak geliştiğini gösteren pek çok kanıttan sadece birkaçıdır. Fosil kayıtları ve genetik bilimdeki ilerlemeler, evrimin kanıtlarını sürekli olarak genişletmektedir.

2. Karşılaştırmalı Anatomi

Karşılaştırmalı anatomi, farklı türler arasındaki yapısal benzerlikleri ve farklılıkları inceleyerek, ortak atalara işaret eden evrimsel ilişkileri ortaya koyar. 

Örneğin, memelilerin ön bacaklarının benzer kemik yapıları, ortak bir atadan türemiş olabileceklerini gösterir. İnsanın kolu, balinanın yüzgeci, atın ön ayağı ve kuşun kanadı, hepsi benzer kemik yapılarına (humerus, radius ve ulna gibi) sahiptir. Bu yapısal benzerlik, bu türlerin hepsinin dört ayaklı bir atadan evrimleştiğine işaret eder. Ancak hem kuş kanadı hem de kelebek kanadı uçma işlevini görmesine rağmen yapısal olarak farklıdırlar ve farklı evrimsel kökenlere sahiptirler.

3. Moleküler Biyoloji

Moleküler biyoloji, organizmaların genetik materyallerinin karşılaştırılmasını sağlar. DNA dizilimlerindeki benzerlikler ve farklılıklar, türler arasındaki evrimsel ilişkiler hakkında değerli bilgiler sunar. Örneğin, insanların ve şempanzelerin DNA'larının %98'den fazlası birbiriyle örtüşmektedir, bu da onların yakın evrimsel akraba olduklarını gösterir.

Genetik kod, neredeyse tüm canlılar arasında evrensel olarak tutarlıdır; yani DNA'daki belirli nükleotid dizileri (kodonlar), hemen hemen tüm organizmalarda aynı amino asitleri kodlar. Bu evrensellik, tüm canlıların ortak bir atadan türediğine dair güçlü bir kanıt sağlar.

Örneğin; Sitokrom c, hücresel solunumda önemli rol oynayan bir proteindir ve tüm oksijen kullanan canlılarda bulunur. Farklı türler arasında sitokrom c'nin amino asit dizilimindeki benzerlikler ve farklılıklar, bu türlerin evrimsel akrabalık derecelerini belirlemek için kullanılabilir. Örneğin, insanların sitokrom c'si şempanzelerinki ile neredeyse aynıdır, bu da onların yakın akraba olduğunu gösterir.

Başka bir örnek: Endojen retrovirüsler (ERV'ler), atalarımızın geçmişte maruz kaldığı retrovirüslerin DNA'sının parçalarıdır ve bu DNA parçaları, zamanla bu ataların genomlarına entegre olmuştur. Farklı türlerin genomlarında benzer ERV dizilimlerinin bulunması, bu türlerin ortak atalara sahip olduğunu ve bu virüslerin atalarına belirli bir zaman diliminde bulaştığını gösterir.

Moleküler saatler, DNA dizilimlerindeki mutasyonların birikme hızını ölçerek türlerin ayrıldığı zamanı tahmin etmek için kullanılır. Bu yöntem, farklı türlerin DNA dizilimlerindeki benzerlikleri ve farklılıkları karşılaştırarak, bu türlerin ne zaman ortak bir atadan ayrıldığını belirlemeye yardımcı olur. Moleküler saat analizleri, fosil kayıtlarıyla elde edilen tarihleme sonuçlarıyla uyumlu evrimsel zaman çizelgeleri üretmiştir.

4. Biyocoğrafya

Biyocoğrafya, türlerin coğrafi dağılımını inceler ve türlerin yayılımının evrimsel süreçlerle nasıl açıklanabileceğine dair önemli kanıtlar sunar. İzole edilmiş adalarda endemik türlerin varlığı ve kıtalararası tür benzerlikleri, doğal seleksiyon ve evrimin etkilerine örneklerdir. 

Güney Amerika, Afrika, Avustralya ve Antarktika'da bulunan fosil kayıtları, bu kıtaların bir zamanlar birleşik olduğu ve Gondvana adı verilen süper kıtayı oluşturduğu zamanlarda yaşamış dinozorlar ve diğer eski canlı türlerini paylaştığını gösterir. Bu kıtaların ayrılması, hayvan ve bitki türlerinin farklılaşmasına yol açmıştır.

Avustralya'nın memelileri, diğer kıtalardan farklı olarak çoğunlukla keselidir (örneğin, kangurular ve koalalar). Bu, Avustralya'nın diğer kıtalardan uzun süre izole olmasının ve bu süreçte benzersiz bir memeli faunasının evrimleşmesinin bir sonucudur.

Evrim Teorisine Dair Gerçekler ve Yanılgılar

Öncelikle, bilim dünyasında evrimin varlığı ve gerçekliğine dair herhangi bir şüphe veya tartışma olmadığını belirtmekte fayda var. Evrim yok demek, dünya düz demekten farksızdır. Evrimi kabul etmeyen bazı çevrelerin, evrimi çürütme iddiaları, aslında bilim insanlarının kendi aralarında yürüttükleri tartışmalara dayanmaktadır. Ara geçiş formlarına ait fosil bulunmadığı iddiası ise tamamen yanlıştır. Ara geçiş türlerine ait çok sayıda fosil bulgusu mevcuttur; ancak bilim camiası içindeki bazı tartışmalar, evrim karşıtlarına yanlış bir dayanak sağlamıştır. Bilim insanları, ara türlerin sınıflandırılması konusunu tartışırken, evrim karşıtları "Bak, işte kendileri bile şüphe ediyor." şeklinde bir yaklaşım sergilemektedirler. Oysa bilim insanları, evrimi sorgulamamakta, sadece bulunan türlerin sınıflandırılması veya hangi fosilin hangi türe ait olduğuna dair bilimsel tartışmalar yapmaktadırlar. Ara geçiş fosillerinin varlığı ve bilim insanları arasındaki tartışmalar, evrim teorisinin temel prensiplerinin geçerliliği üzerine değil, genellikle evrimin mekanizmaları ve belirli fosil buluntularının yorumlanması üzerinedir.

Örneğin; Archaeopteryx'in, modern kuşların doğrudan atası mı yoksa kuşlarla ortak bir ataya sahip, ancak soyu tükenmiş bir yan dal mı olduğu konusunda tartışmalar vardır. Bu, fosil kayıtlarının yorumlanmasına ve diğer fosil bulguların Archaeopteryx'e göre daha kuş benzeri veya daha dinozor benzeri özellikler taşımasıyla ilgilidir. Buna rağmen, Archaeopteryx'in kuşların evriminde önemli bir ara form olduğu ve kuşların dinozorlardan evrimleştiğine dair genel kabul gören fikri desteklediği konusunda geniş bir konsensüs bulunmaktadır. Bu canlı, kuşların ve dinozorların evrimsel ilişkisine dair kilit bir fosil olarak, evrim teorisinin önemli bir kanıtı olarak kabul edilir.

Evrim Karşıtlarının Argümanları:

Evrim teorisini çürüttüğünü iddia edenler, genellikle birkaç farklı türde argüman sunarlar. Bu argümanlar, bilimsel kanıtlarla değil, çoğunlukla yanlış anlamalar, bilgi eksiklikleri veya bilimsel olmayan düşünce tarzlarıyla ilgilidir. En yaygın görülen iddialar ve bunların neden bilimsel olarak geçerli kabul edilmediği:
  1. Fosil Kayıtlarındaki Boşluklar: Evrim karşıtları, fosil kayıtlarındaki "eksik halkalar" veya boşlukları, canlı türlerinin birbirinden evrimleştiğine dair kanıtların yetersiz olduğunu öne sürmek için kullanır. Milyonlarca yıl öncesine ait korunmuş şekilde kalabilen fosiller çok nadirdir ancak yine de bilim insanları zaman içinde canlıların nasıl değiştiğini gösteren çok sayıda "ara form" fosili bulmuşlardır.
  2. Kompleks Organlar: Bazı evrim karşıtları, göz gibi kompleks organların evrimleşemeyecek kadar karmaşık olduğunu iddia ederler. Bu, "kazanılmış karmaşıklık" argümanı olarak bilinir. Ancak, bilim insanları bu tür organların, daha basit versiyonlarından kademeli olarak evrimleşebileceğini ve her adımda canlıya avantaj sağlayabileceğini göstermiştir.
  3. Entropi Kanunu: Bazıları evrimin, termodinamiğin ikinci kanunu olan entropi kanununa aykırı olduğunu iddia eder. Ancak bu kanun, kapalı sistemler için geçerlidir ve Dünya bir kapalı sistem değil, Güneş'ten sürekli enerji almaktadır. Biyolojik sistemler, dışarıdan enerji alarak karmaşıklıklarını artırabilirler.
  4. Mikroevrim ve Makroevrim: Evrimi reddedenler bazen mikroevrim (küçük genetik değişiklikler) gerçekleştiğini kabul ederken, makroevrimin (türler arası büyük değişimler) mümkün olmadığını savunurlar. Ancak, mikroevrimsel değişikliklerin uzun zaman dilimleri boyunca birikmesi, makroevrimsel sonuçlara yol açar.
Bilim, kanıtlar ve mantık yoluyla ilerler. Evrim teorisi, birçok farklı bilim dalından gelen geniş kanıtlarla desteklenmektedir. Evrim teorisini çürüttüğünü iddia eden argümanlar ise genellikle bilimsel metodolojiye ve kanıta dayanmaz. 

Sonuç olarak;

Dünya üzerindeki geniş canlı çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda; örneğin, günümüzde var olan 30.000'den fazla balık türünün veya yaklaşık 500 farklı maymun türünün nasıl ortaya çıktığı düşünüldüğünde, -adına ister evrim ister başka bir şey diyelim- sonuçta canlıları değiştiren, geliştiren ve çeşitlendiren bir sürecin varlığı görülebilmektedir.

Bu aslında, büyük patlama neticesinde evrenin, galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin oluşmasından çok da farklı değildir. Her şey aşama aşama, uzun bir zaman dilimi içinde meydana gelmektedir. Nasıl ki büyük patlamadan milyarlarca yıl sonra dünya oluştuysa, dünya üzerindeki canlılığın ve canlı çeşitlerinin ortaya çıkması da milyonlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, insanın veya başka bir canlının, günlerden bir gün, bir anda dünya üzerinde belirmiş olması akıl ve mantıkla bağdaşmaz. İnsan da tıpkı diğer canlılar gibi milyonlarca yıllık süreçte evrim sonucunda bugünkü halini almıştır. 

Evrim teorisi, canlıların zaman içinde nasıl değiştiğini ve geliştiğini anlamamıza yardımcı olan güçlü bir bilimsel kuramdır. Karşılaştırmalı anatomiden moleküler biyolojiye, birçok farklı disiplinden elde edilen kanıtlarla desteklenen bu teori, yaşamın çeşitliliğini ve karmaşıklığını açıklar. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler, evrim teorisinin zamanla daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Yazının devamı..

Büyük Patlama (Big Bang) ve Evrenin Büyüklüğü

20 Mart 2018

Big Bang (Büyük Patlama) Teorisi
Big Bang (Büyük Patlama) Teorisi, evrenin yaklaşık 13.8 milyar yıl önce, son derece sıcak ve yoğun bir noktadan başlayarak genişlemeye başladığını ve bu genişlemenin hala devam ettiğini öne süren kozmolojik modeldir. Bu teori, evrenin başlangıcını, içerdiği tüm madde ve enerjinin tek bir noktadan (singularity) çıkışını ve zamanla nasıl soğuyup genişleyerek galaksileri, yıldızları ve diğer gök cisimlerini oluşturduğunu açıklar.

Big Bang Teorisi'nin temelleri, 20. yüzyılın başlarında, Edwin Hubble'ın evrenin genişlediğini gösteren gözlemleri ve Albert Einstein'ın genel görelilik teorisi ile atılmıştır. Hubble, farklı galaksilerin Dünya'dan uzaklaşma hızlarının, bu galaksilere olan uzaklıklarıyla orantılı olduğunu keşfetti. Bu, evrenin genişlediğine dair doğrudan bir kanıttı ve Big Bang Teorisinin geliştirilmesine ön ayak oldu.

Teorinin Dayanakları
  • Evrenin Genişlemesi: Hubble'ın gözlemleri, evrenin genişlediğini ve bu genişlemenin tüm yönlerde eşit olduğunu gösterir. Bu, Big Bang'in bir sonucu olarak kabul edilir.
  • Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması: 1965'te Arno Penzias ve Robert Wilson tarafından keşfedilen bu ışıma, Big Bang'den kalan ısısal bir artıktır. Evrenin her yerinde gözlemlenen bu ışıma, Big Bang'in güçlü bir kanıtıdır.
  • Hidrojen ve Helyum Bolluğu: Evrenin bileşimindeki hidrojen ve helyumun göreceli bolluğu, Big Bang sırasında oluşan ilk elementlerin bu iki element olduğuna işaret eder. Bu bileşim, Big Bang teorisinin öngördüğü değerlerle uyumludur.

Keşfin Sonuçları

  • Kozmolojiye Yeni Bir Bakış: Big Bang Teorisi, evrenin anlaşılması ve çalışılması için yeni bir çerçeve sağladı. Evrenin kökeni ve gelişimi hakkında derinlemesine bilgiler sunarak kozmoloji alanında devrim yarattı.
  • Evrenin Yaşı: Big Bang Teorisi, evrenin yaşını tahmin etmeye olanak tanıdı ve bu, evrenin tarihini ve gelişimini anlamamıza yardımcı oldu.
  • Evrenin Geleceği: Genişlemenin devam etmesi ve bu genişlemenin doğası, evrenin geleceği hakkında teoriler geliştirmemizi sağladı.
  • Kuantum Mekaniği ve Görelilik: Big Bang, kuantum mekaniği ve genel göreliliğin birleştirilmesi gerektiğine dair tartışmaları güçlendirdi. Evrenin başlangıç anında bu iki teorinin birleştiği bir teoriye (Her Şeyin Teorisi) ihtiyaç duyulmaktadır.

Galaksilerin ve Yıldızların Oluşumu

Big Bang'den sonra evren, yoğun ve sıcak bir plazma halindeydi. Evren genişledikçe soğudu ve ilk atomlar oluşmaya başladı. Evren genişledikçe, madde küçük dalgalanmalar şeklinde eşitsiz bir şekilde dağıldı. Kütleçekiminin etkisiyle, bu madde yoğunlaşmaları bir araya gelmeye başladı. Galaksilerin oluşumunda önemli bir rol oynayan karanlık madde, görünmez bir madde formudur ve kütleçekiminin daha fazla maddeyi çekmesine yardımcı olur. Karanlık madde, galaksilerin iskeletini oluşturur ve normal maddenin bir araya gelip galaksileri ve galaksi kümelerini oluşturmasına olanak tanır. Madde yoğunlaşmaları, zamanla galaksileri oluşturacak kadar büyür. Galaksiler; yıldızlar, gezegenler, gaz ve tozdan oluşur ve genellikle sarmal, eliptik veya düzensiz şekillerde görülür. 

Yıldızlar, çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan moleküler bulutlar (veya yıldız oluşum bölgeleri) içinde doğar. Bu bulutlar, galaksilerde bulunan soğuk ve yoğun gaz ve toz bulutlarıdır. Kütleçekimi, bulutun belirli bölgelerinde maddeyi daha da yoğunlaştırır. Bu yoğunlaşma sonucunda, bulutun içinde çökme başlar ve yoğunlaşmış bölgelerde protostarlar oluşur. Protostarın merkezinde sıcaklık ve basınç arttıkça, hidrojenin helyuma dönüşümünü sağlayan termonükleer füzyon reaksiyonları başlar. Bu aşamada, protostar bir yıldız haline gelir ve kendi ışığını ve enerjisini üretmeye başlar. Yıldızlar, hidrojeni helyuma dönüştürdükleri ana dizi evresinde milyarlarca yıl yaşarlar. Yakıtı tükendiğinde, yıldızlar çeşitli evrim aşamalarından geçer ve nihayetinde beyaz cüce, nötron yıldızı veya kara delik gibi son evrelerine ulaşırlar.

Güneş Sistemi'nin ve Gezegenlerin Oluşumu 

Güneş ve Güneş Sistemi'nin oluşumu, yaklaşık 4.6 milyar yıl önce, bir gaz ve toz bulutunun (nebula) kütleçekimi nedeniyle çökmesiyle başladı. Bu süreç, gezegenler, asteroidler ve diğer küçük gök cisimlerini de içerecek şekilde, Güneş çevresinde bir dönme diskinin oluşmasına yol açtı. Disk içerisindeki malzeme zamanla yoğunlaşarak, kendi kendine yerçekimi ile daha büyük cisimler oluşturdu. İç bölgede, yüksek sıcaklıklar nedeniyle sadece metal ve kayaçların yoğunlaşabileceği koşullar hüküm sürdü, bu da kayalık iç gezegenlerin oluşumuna neden oldu. Dış bölgede ise, daha soğuk koşullar gaz ve buzların yoğunlaşmasına izin verdi, bu da Jüpiter ve Satürn gibi gaz devlerinin ve Uranüs ile Neptün gibi buz devlerinin oluşumunu mümkün kıldı. Bu karmaşık süreçlerin sonucunda, Güneş Sistemi'ndeki çeşitli gezegenler, uydular, asteroidler ve kuyruklu yıldızlar oluştu. 

Dünya'nın ve Ay'ın Oluşumu 

Dünya, Güneş çevresindeki dönme diskindeki madde ve tozun bir araya gelmesiyle oluşurken, Ay'ın oluşumu daha dramatik bir olaya dayanmaktadır. Ay, bir Mars büyüklüğündeki bir cismin genç Dünya'ya çarpması sonucu oluşan enkazın Dünya'nın yörüngesinde birikmesiyle meydana gelmiştir. Bu teori, Apollo misyonları sırasında Ay'dan getirilen kaya örnekleri tarafından desteklenmektedir.  

Evrenin büyüklüğü 

Günümüzde bilim insanları, evrenin gözlemlenebilir kısmının yaklaşık çapını 93 milyar ışık yılı olarak tahmin etmektedir. Bu, ışığın bir yılda yaklaşık 9.46 trilyon kilometre yol aldığını düşündüğümüzde, evrenin muazzam bir genişliğe sahip olduğunu gösterir. 

Gözlemlenebilir evren, bizden ışığın evrenin yaşamı boyunca kat edebileceği maksimum mesafe olan yaklaşık 46.5 milyar ışık yılı uzaklığa kadar olan bölgedir. Ancak, evrenin genişlemesi nedeniyle, bu ışığın kaynağı olan galaksiler şu anda bizden çok daha uzakta, yaklaşık 93 milyar ışık yılı çapında bir alan içinde bulunuyor. Bu genişleme, Albert Einstein'ın genel görelilik teorisi ile açıklanabilir ve Edwin Hubble'ın 1929'daki gözlemleri ile desteklenir. Evrenin gözlemlenebilir olmayan kısımları hakkında kesin bir şey söylemek zordur. 

Evrenin toplam büyüklüğü, gözlemlenebilir evrenden çok daha büyük olabilir, hatta sonsuz olabilir. Bu, kozmoloji alanında hâlâ aktif olarak araştırılan bir konudur. Gözlemlenebilir evrenin ötesinde ne olduğu konusunda birçok teori bulunmakta, ancak bu bölgeleri doğrudan gözlemlemek veya ölçmek mümkün olmadığından, bu teorileri doğrulamak zordur. Gözlemlenebilir evrende, son gözlemlere göre tahminen 2 trilyon galaksi vardır. Küçük cüce galaksilerde birkaç milyon yıldız bulunabilirken, büyük sarmal ve eliptik galaksilerde bu sayı 100 milyardan fazla olabilir. Örneğin içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisinde tahminen 100 ila 400 milyar arası yıldız bulunduğu düşünülmektedir. Bu yıldızların birçoğunun etrafında gezegenler dönmekte ve bu gezegenlerin bir kısmında yaşamın var olabileceği düşünülmektedir. 

Evrenin büyük bir kısmı, kara madde ve kara enerji olarak bilinen ve doğrudan gözlemlenemeyen gizemli bileşenler tarafından oluşturulmuştur. Bu bileşenler, evrenin genişlemesini ve galaksilerin hareketlerini etkileyen kuvvetlerdir. Evrenin büyüklüğü, sadece fiziksel bir ölçüm olmanın ötesinde, insan aklının sınırlarını zorlayan ve hayal gücümüzü kamçılayan bir kavramdır. Evrenin genişliği ve içinde barındırdığı muazzam çeşitlilik, bilimin yanı sıra, felsefe ve sanat için de sürekli bir ilham kaynağıdır.


İlgili Yazılar:

Yazının devamı..

Keepass ile Şifre Yönetimi

10 Aralık 2014

Keepass ile Şifre YönetimiŞifre konusunda uzun zamandır yazmak istediğim bir sorunu ve çözümünü paylaşmak istiyorum. Gördüğüm kadarıyla şifre yönetiminde pek başarılı değiliz. Kullanıcıların çoğu, unutmamak için her sitede aynı şifreyi kullanıyor. Oysa, şifre yönetim yazılımlarıyla bütün şifreleri güvenli bir şekilde depolamak ve kullanmak çok kolay. Benim bu konuda önerim, yıllardır kullandığım KeePass Password Safe
KeePass açık kaynak kodlu, ücretsiz, güvenli ve kullanımı kolay bir yazılım. Bilgisayarın yanı sıra, tablet ve akıllı telefonlarda da kullanılabiliyor. (Bkz: http://keepass.info) Ben bu yazılım sayesinde yıllardır şifrelerimin çoğunu bilmiyorum. çünkü bilmem gerekmiyor, üstelik şifrelerim o kadar uzun ve karmaşık ki bakarak bile yazmakta zorlanıyorum. Bu yazılım istediğiniz uzunlukta ve istediğiniz karakter kombinasyonlarıyla otomatik olarak şifre üretip dilerseniz şifreleri sitelere kendisi girebiliyor. Tek yapmanız gereken; belirlediğiniz ana şifreyi ezbere bilmek ve asla unutmamak. Tek risk ise ana şifreyi kaptırmanız halinde bütün şifrelerinizin çalınma olasılığı var. Sanırım bu riske de değer. Birbirinin aynı ve zayıf olan şifreleri onlarca sitede kullanmaktan iyidir. Ayrıca bu riske karşı önlem olarak bir anahtar dosyası kullanma seçeneğiniz de mevcut. Böylece şifreniz ele geçirilse bile belirlediğiniz anahtar dosyası olmadan şifre veritabanı açılamayacaktır. 

Güvenli kalın..

Yazının devamı..

Heartbleed Açığı

01 Mayıs 2014

Heartbleed açığı Google, Facebook, Yahoo gibi dünya çapındaki web sitelerini etkiledi. Sorun, web iletişiminin kriptolanmasında yaygın olarak kullanılan açık kaynak kodlu OpenSSL yazılımındaki bir hatadan kaynaklanıyordu. Bu zafiyet birilerinin şifrelerimizi çalmasına yol açmış olabilir. Her ne kadar firmalar bu açıklığa karşı önlem almış olsalar da kişisel güvenliğiniz için şifrenizi değiştirmenizi öneririm.

Serdar Kocaoğlu
01.05.2014

Yazının devamı..

YUKARI